Fususul Hikem'in Sırları
Yunus
Veli ve nebiler içinde kamil olmayanlar, mertebelerinin ve ulvi alemle olan ilişkilerinin farklılıklarına göre, genel/bütün bir hakikatin ve ona ait ilahi ismin mazharıdır. Bu genel/bütün hakikatlerin ruhları Mele-i A’ladır. Bazı velilerin Cebrail, bazılarının Mikail, bazılarının da İsrafil kalbi üzere oluşu buna dayanır. Nitekim bir hadiste de şöyle denilmektedir: “Adem birinci semada, İsa ikinci semada, Yusuf üçüncü semada, Yunus dördüncü semada, Harun beşinci semada, Musa altıncı semada, İbrahim yedinci semadadır.” Bahsi geçen hadisteki peygamberlerin ruhlarının mekansız olduğu açıktır. Öyleyse burada kastedilen, bu peygamberlerin, mertebe, ilim, hal ve ümmetlerinin mertebeleri açısından belirli bir semayla ilişkilerinin güçlü oluşudur. Onların halleri, bu semaların hükümlerinin suretleridir.
Muhyiddin İbn Arabi hazretlerinin nefsi hikmeti Yunus’a ayırmasının sebebi ise, Yunus’un, hem insani nefslerde, hem de bedenleri yönetici olan hayvani benzerlerinde ortak olan genel/bütün sıfatın mazharı oluşudur -ki onun halleri de bu yöndedir.
Nefsler, yüce ve genel/bütün ruhlardan çıkmışlardır. Bu ruhlar, akıllar olarak isimlendirilir. İnsani nefsler de, basit ve sürekli/sonsuz olmaları gibi, çeşitli açılardan bu ruhlara benzerler. Ne var ki, nefsler, bu ruhların derecelerinden aşağı düştükleri, bedenle birleştikleri, bedeni yönetmek üzere mizaç hükümleri ile boyandıkları, ve bedeni yönetmekten ayrılamadıkları için bu ruhların özelliklerine sahip değildirler.
Hakk, (seçkin) kullarına acizliklerini ve yüce ruhların derecesine ulaşamayacaklarını göstermiştir. Onlar da, muhtaç oluşlarını ve bağımlılıklarını görerek, Hakk’a tevazu ve zati muhtaçlık özelliğiyle yönelmişlerdir -ki bu yönelişlerinde Hakk ile aralarında herhangi bir vasıta yoktur. Bunun üzerine Hakk onların taleplerine karşılık vermiş ve kendi katından kuvvet ve nur ile onlara yardım etmiştir. Böylece onlar Allah’ın kudsi mertebesinden kendilerine bildirmek istediği yüce sırları bilirler, bu mukaddes mertebeye arzuları yansır ve onunla birleşirler. Vasıta hükümlerini kaldıran bu birleşme ile, kuvvet ve basiret sahipleri arasına katılırlar, her kapalı şeyin kapısı onlara açılır. Böyle nefslerinin yönetimi -herhangi bir suret ile sınırlanmaksızın- mutlak olarak gerçekleşir ve aynı anda çeşitli suretleri de idare edebilirler. Bazen ilahi inayet bu nefslere bir kuvvet giydirir -ki onunla yüce ruhların mertebelerinde durabilirler ve bu durumda adeta onlar gibi olurlar. Bu durum, kendilerine tecelli edenin güzelliği ve bu yönden Rabb’lerinden kazandıkları nimetleri gördükleri vakit gerçekleşir. Nefslerin elde ettikleri nimetin bereketinden, bedenleri idare etmekle sınırlanmış olan suretlerine de kuvvet ve nurlar yayılır. Böylece, bu kişilerin bedenleri uhrevi alemin yaratılış zamanına kadar baki kalır.
Yunus’un Kuran’da geçen hikayesinde;
- Balık, hayvani ruhu temsil eder. Balıkta hayat özelliği zayıftır ve onun baskın bir nefsi yoktur. İnsandaki hayvani ruh da zayıflığından dolayı ölümü kabul eder. Halbuki, bedenin ölümüyle insandan ayrılan ruhun özellikleri ebedi olarak sabittir.
- Gemi, unsurlar aleminin bir örneğidir. Unsurlardan meydana gelen mizaçların yapıları, gemilerin inşasında kullanılan malzemeler gibi çok ve çeşitlidir.
- “Ona kadir olamayacağımızı zannetti.”(Enbiya, 78) ayeti, Yunus’un seslenişi ve Hakk’ın icabeti, bedenleri idare eden nefslerin (mazhar oldukları hakikatlere ve yüce ruhlara olan yakınlıklarına göre) hallerine işarettir.
- “Onu yüz bin veya daha fazla kişiye peygamber olarak gönderdik.”(Saffat, 67) ayeti ise, alemlerin hakikatlerinin esaslarına ve kuvvetlerine, ayrıca bunların 124000 civarında olan peygamberlerin sayısına göre olduğuna işarettir. Çünkü her nebi ve varisi, alemdeki genel/bütün bir hakikatin mazharıdır.
“İman ettiklerinde onlardan zillet azabını kaldırdık ve belirli bir süreye kadar kendilerini nimetlendirdik.”(Yunus, 98) ayeti de, kamillerin nefslerinden bedenlerine ve kuvvetlerine yayılan berekete işaret etmektedir.