Fususul Hikem'in Sırları
Süleyman
Rahmet, zati ve sıfati olmak üzere iki kısma ayrılır. Daha sonra bu ikisi de genel ve özel olmak üzere kendi içinde tekrar ikiye ayrılır. Böylece dört asıl ortaya çıkmıştır. Diğer doksan dokuz dalın da bunlardan çıkmasıyla, rahmet toplamda (dört asıldan meydana gelmiş gövde ve doksan dokuz dal ile) yüz olur. Nitekim hadiste de “Allah’ın yüz rahmeti vardır.” denilmiştir.
Besmele’deki, zati iki (genel ve özel) rahmettir. Genel olarak Fatiha’da ise sıfata ait olan iki (genel ve özel) rahmet bulunur. Diğer rahmetler de bunlardan ortaya çıkar.
Süleyman’a ait olan, (zati ve sıfati) genel rahmetlerdir. Dolayısıyla onun hükmü ve alemdeki tasarrufu genel olmuştur. Allah, yüce ve aşağı bütün alemi ona amade kılmıştır. Nitekim, ateş tabiatlı şeytanlar onun için suya dalarlardı -ki zıtları biraraya getirmek zordur: “Şeytanlar arasında da onun için dalgıçlık yapan ve başka işler görenler vardı.”(Enbiya, 72)
Zati olan özel rahmet, inayettir -ki “kadem-i sıdk” (doğruluk adımı) diye de isimlendirilir. Bu, -ilim veya amel gibi bir vesile olmaksızın- Hakk’ın bazı kullarına yönelik sevgisidir. Nitekim Hızır hakkında şöyle denilmiştir: “Ona kendi katımızdan bir ilim verdik ve kendi katımızdan ona öğrettik.”(Kehf, 52).
Sıfati olan özel rahmet ise saidlere (bahtiyar) aittir. Bu rahmet, geçici ve kalıcı olmak üzere ikiye ayrılır. Hakk’ın “Sınırsız bir ikram”(Hud, 158) olarak nitelediği kalıcı kısmı, cennet ehline hastır. Onların nimetleri ebedi, kesintisiz, sıkıntılardan kurtulmuş ve eksik şeylerle karışmamıştır. Ayrıca Kuran’da yine şöyle denilmektedir: “Onlar (nimetler) dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise saf olarak onlara aittir.”(Araf, 132). Ayette “saf olarak” denilmesinin sebebi, -ahiretin aksine- dünyada bu nimetlerin müminler için karışık ve zorlu olarak gerçekleşmesinden dolayıdır. Bu rahmetin geçici kısmı ise, dünya hayatında isteklerine ulaşanlara aittir. Bunların genelde ahiretten bir nasipleri yoktur. Süleyman için ise, -bir istisna olarak- Allah iki dünya saadetini birleştirmiştir: “Onun bizim katımızda nimeti ve iyi varış yeri vardır.”(Sad, 35). Dolayısıyla onun saadeti -dünyada ortaya çıkmakla beraber- diğerlerininki gibi geçici olmamıştır.
Cennet Kürsü’dedir ve çatısı da Arş’dır. Rahman ismi bütün varlıkları rahmet, ilim ve hüküm yönünden kuşattığı gibi, Rahman isminin istiva yeri olan Arş da bütün suretleri kuşatır. Kürsü ise, -genellik özelliği taşıyan Rahman isminin aksine- seçicilik ve ait kılma özelliği olan Rahim isminin mazharı ve istiva yeridir.
Her şeyi kuşatmış olan rahmet, Varlık’tır. Rahman ismi ise, Mutlak Varlık’ın, nuru mümkünler üzerine yayması açısından Hakk’ın ismidir. Nitekim, ayette “Allah, yerin ve göklerin nurudur.”(Nur, 35) denilmiş ve sonrasında nurun zuhur mertebelerinden ve mazharlarından bahsedilmiştir. Bu yayılmanın genel mertebeleri şunlardır: Manalar alemi, ruhlar alemi, misal alemi ve his alemi. Her mertebe, kendinden önceki mertebeye göre zuhurda daha kamildir. Misal alemi, ortaya çıkan manaları ve ruhları cesetlendirir, dolayısıyla bu alem içinde ortaya çıkan her şey cesetlenmiş olur. His aleminin başı ise, tüm özel/müstakil cisimleri kuşatan ve yönleri sınırlayan Arş’ın suretidir. Hüviyet gaybından seyre başlayan manevi varlık, Arş’ın genel/bütün mertebelerinde tam olarak ortaya çıkmış olduğundan, zuhur dereceleri Arş’ta ve Arş ile tamamlanmış olur. Arş’tan sonra ortaya çıkan şeyler, -yeni şeyler değil- ayrıntılandırmalar ve düzenlemelerden ibarettir. Dolayısıyla (Arş’a) istiva, herşeyi kuşatan rahmetin sureti olan Rahman ismine izafe edilmiştir. Varlık’a ait (özel/detaylı) hüküm ise bahsi geçen dört asıl/bütün mertebede ortaya çıkar ve kendilerinde detaylanır.
Açıklananlara göre istivanın iki temel anlamı vardır: a) Mutlak Varlık’ın zuhur mertebelerinin kemali için manevi seyir derecelerindeki tamamlanma, b) Arş’tan, Arş ile ve onun üzerindeki Mele-i Ala’dan, göklere, yer yüzüne ve ikisi arasındaki her şeye yayılan kaplama/yayılma/kuşatma hükmüdür.
İnsan türü, bütün doğal kuvvetlerin, zorunluluk ve imkan hükümlerinin, meleki yönelimlerin ve feleki eserlerin hedefi ve hepsinin birleşme yeridir. Emr, insan türüne ulaşıncaya kadar toplayıcılık ve belirme açısından derecelenir. Daha sonra da insani mizaçlara göre derecelenme devam eder. Çünkü tekil insani ruhların ortaya çıkışları arasındaki farklılıklar, insani mizaçların itidal derecelerine göredir. Davud, bu ismi hükümlerin, rabbani sıfatların, ruhani eserlerin ve doğal kuvvetlerin bütünlerinin mazharıdır. Böylece, hilafet makamı ve hükümleri, hikmet hükümleri ve kitabı ayırt etme özellikleriyle ortaya çıkmaya hak kazanmıştır. Süleyman da bunların hepsinde ona varis olmanın yanında, fiili detaylandırma, açık hüküm verme ve tam yönetime hak kazanmıştır. Süleyman’dan daha fazla mülk sahibi ve hükmü daha genel hiçbir insan ortaya çıkmamış ve çıkmayacaktır. Çünkü Allah’ın ortaya çıkmasını takdir ettiği rububiyet sırları, Hakk’a ve varlıklara izafe edilen durumlar, zuhur derecelerinin nihayetine ulaşmıştır. Bunların hepsi, bu noktada zuhurlarının kemale ulaştıktan sonra, aynen batınlıktan zuhura çıkışları gibi, adım adım tekrar batınlık mertebesine dönerler. Çünkü, ya batından zuhur ya da zuhurdan batın vardır; batından eksileni zahir alır, zahirden eksileni de batın alır.
Dua (davet/çağrı) eylemi, sıfatın, sıfatlanandan ayrılığı ve sıfatlananın derecesinden düşüklüğü açısından rahmet hükmünün sırrıdır. Sıfat ve sıfatlanan arasındaki ilişki gibi, Süleyman’ın haline ait genel rahmet hükmü de, genel rahmet hakikatiyle karşılıklıdır. Süleyman’a verilmiş nimette rahmet hakikati ve rahmet hükmü karışık olunca, kendisine bahş edilen şeye ulaşması da duaya bağlı olmuştur.
Öte yandan, Hakk’ın Süleyman’a duayı ilham etmesi, duasına karşılık vermesi ve “İster ver, ister tut; hesabı sorulmaz.”(Sad, 39) ayetiyle kendisini haberdar etmesi açısından da dua, genel olmanın yanı sıra, -nitelik ve niceliklerle kayıtlı olmayan- zati rahmet sırrıdır.